00.00.0000
Pencerenin önündeydi…
Evet pencerenin
önündeki masanın sandalyesinde oturan gözler, günlerdir hatta aylardır
bekliyordu pencerenin önünde tomurcuğa durmuş çiçeği. Bu bekleyiş artık yorgun
gözlerin her şeyi olmuştu . Aslında yorulmuştu her şey olarak
nitelenenlerden;sevmekten, özlemekten, günah işlemekten.
Ve bir gün olan olmuş,çiçek tomurcuğu patlatmış ihtişamıyla duruyordu
karşında. Artık her şey tamamdı. Zihni allak bullak olmuştu. Ne yapacağını
şaşırdı. Çünkü pencerenin ötesindeki görüntüler onu çıldırtıyordu. Kâh güneşli
bir özgürlük;kâh yağmurlu bir direniş;kâh karanlık bir esir oluş yaşıyordu
geridekiler.
Karar vermişti dışarıya çıkmamaya, pencereyi dahi açmamaya. Çünkü her
açtığında özgürlüğe aldanıp ihanetin soğuk yüzünü görüyordu.
Ama çiçek tomurcuğunu patlatmıştı.
Ve yorgun ve nemli gözler Sıddık’ın aşkını
ancak anlayabilmişti, bunca tükettiği yılların ardından o gün.
Nemli gözler ıslandığı vakit ise, çiçeğin onu yanlış anladığına kanaat
getirdi. Çünkü o, tomurcuğun patlamasındaki heybeti sevmemişti ki. O, çiçeğin
kendisini sevmişti. Tıpkı Sıddık’ın gülün kendisini
sevdiğini, elde edilen ganimetlerde gözünün olmadığı gibi.
Tabii Sıddık’ın
aşkını anladığı zaman bunların farkına vardı.
Ama çiçek tomurcuğunu patlatmıştı.
Belki sonun habercisiydi patlayan. Olsun,zaten başı olanın sonu da elbette olacaktır. Önemli olan,başlangıçla
bitiş arasında ,dar mekanda da olsa
-pencerenin önü de olabilir- gül olmak ve gülü sevebilmek değil midir?
ORHAN YÜCEL