DÖNGÜ

             

Hazana takılmış gürbüz sürgünleri sarhoş eden ateş dansı, ritmini ve ilhamını bir şimşek çakmasından alır. Taşıdığı ağır yüktür. Her an ölebilir.

 

Unuttuğum şiirleri hatırlatan bir mazi:

         

Hani bir gün sadece yaşayanların bildiği bir gün, işaretlerin sürüklediği karanlık bir gecede, siyah bir karıncanın, siyah bir kayadaki adım atışlarını duyamayacak kadar gürültülü bir kentte soluk almaya başladığımız an, olan olmuş doğurgan umutlar mekan bulmuştu. Kent ıslak, bulut insafsızca güneşe düşman. Aslında ıslak olan beyinlerdi. Güneş mazlum olmasına rağmen kent gebeydi. Tutsak deniz ise hışımla nefes alırken kuduruyordu. 

 

Önceden bilirdik birbirimizi, lakin bu kente geleli yeni tanışıyoruz. Yabancı hukukumuz;tanıştıkça kaynaşıyor, kaynaşıyor, kıskanıyoruz. Bu arada kent birkaç kardeş daha doğurmuştu önceki abisine. Gürbüz kardeş saçları gibi kendisi de zamanla gürleşecek olanıydı. Bu ismi ben verdim ona hiç söylemesem de.

 

Toparlanıp yüz kaslarını ciddileştirerek çok mühim bir durumu ifade etmeye hazırlanışı ilk aklımda kalanı. Belki beni en çok kızdıran yönü de bu ya. Ama nedendir bir süre sonra ben de o beden dilini kullanmaya başlamışım. Kıskanmak mı, imrenmek mi diye düşünmüşümdür. Üretilen şey imrenmek olsa gerek. Peki niye kızıyorum, niye? Yoksa benim olmam gereken yerde diye mi? Yoksa çocukların seviyesine inemiyor mu? Sevmek güzel şey.

 

Albümler, sanki elle çizilmiş karelere yerleştirilmiş roller. Ve aktörler, karelere yansımayan yönetmenler. Zalim olsa gerekler, rolleri alt üst edenler. Var edenin yönetmesinden kibirli yönetmenler hayallere dahi karamsarlık ekerler.

 

Başka bir fotoğraf, gürbüz çocuk; “bu çok önemli, tabi canım” edasında. Sık sık sözlerini, benimsediği düşüncelerini belirtmek için kullandığı bu vurgular her hal geçiş döneminde olmasındandır. Allah’tan uzun sürmedi. Lakin ıslak kent alt yapısızdı. Az bir şey yağmur yağsa etrafı deniz bastı sanırsınız. Buna çözüm olarak da herkes, her otorite kendince çözüm bulmuş ve bunun önemini vurgulamakta. Sokaktaki insan “en önemlisi bu”, medyada hatip”bu çok hayati”, camide imam”bu çok mühim”diye diye hiç önemsiz konu kalmadı benim için. Bir de gürbüz çocuk derse ne olacak? Bana göre önemli olan da onların çok önemlilerinin arasında eridi bitti. Benim gibi özgün dili olmayanların vay haline. Hele lal ise   konuşamıyorsa...Resmen esir oldunuz, işgale uğradınız kendi ülkenizde. Tabi kendince önemli olanları anlatmayı becerebiliyorsa insan, onları yaşıyor demektir. Başarı gürbüz çocuğa daha yakın. Kimi titrese de kimi sussa da her şeye rağmen, her şeye rağmen konuşuyordu.

 

Ve toplu bir mazi.

 

Garip mirasın garip kardeşleri, ilk insanla mı başlayan, çağlar ötesi mi, aynı asrın mı, yoksa bu kentin mi kardeşleri olmanın sorgulamasını yapadursun, şartlar kişileri fertleştirirken, içgüdüsel bağlanma hissi acı vermeye başlamıştı. Taşlar yıkılmaya görsün, hissizlik yosun gibi sarıyor.

 

Acaba şimdi ne yapıyor? Yine bu karedeki gibi çatık kaş altında keskin bakışlarını; düştüğünde elbiselerini silkeleyerek kalkıp kaldığı yerden devam eden kararlılığını gösteriyor mu? Sevmek yanında ayrılığı barındırıyor. Ölmek kavuşmayı remzediyor. Ve aşk ne doğuruyor, ne batırıyor. Yanardağ gibi bazen meşale bazen ölüm oluyor, kimine göre değişiyor.

 

Tamam mı?....... tamam mı?  Cevap istemeyen bu soruları ne de güzel kullanır nisan yağmurları beklemeyen yaşantıların ne ilk ne son yetim çocuğu. Bizler kendimizin yetimiyiz. Ellerinde kelepçeleri, mahpushaneleri yanlarında gezdirenleriz. Ya baharları içeriye alacak pencereler açacağız, ya firar edeceğiz, ayağımızdaki topuzları da unutmadan. Ya da....

 

-Tamam mı?   Tamam gürbüzüm tamam.

 

Hazana takılmış gürbüz sürgünleri sarhoş eden ateş dansı ritmini ve ilhamını bir şimşek çakmasından alır. Taşıdığı ağır yüktür. Her an ölebilir.

 

 

                                                                                       Orhan YÜCEL